21 Kasım 2015 Cumartesi

Siz hiç elma büyüklüğünde maydonoz yaprağı gördünüz mü?

Ben gördüm. Vallahi de billahi de var burda. Üç elma büyüklüğünde taze sarımsak da var. Çoğu sebze bizdekinden farklı boyutta ya da görünümde ama yamru yumru da olsa, devasa büyüklükte de olsa hepsi çok taze ve lezzetli. İtalyan bir arkadaşın dediğine göre marketten alırsan bu kafam kadar sebzelere rastlamak gayet normalmiş. Makbulü pazardan almakmış. Evimizin yakınında bizim standartlarımıza göre küçük sayılabilecek ama İtalya standartlarında Foursquare'in alışveriş merkezi diye nitelendirdiği bir sebze meyve hali var. İlk hafta market, pazar dolaşmakla geçti tabii, ilk iş hale gittim. İtalyanca bilsem pazardan çıkmam zaten. Halde herşeyi bulmak mümkün, özellikle de deniz mahsullerrini ama bizdeki gibi tezgahlar dolu dolu değil. Her sebze meyve çeşidinden en fazla bir satıcıda buluyorsun. Domates, elma falan dersen, bilemedin iki kişi satıyor. Ne bulduysan, "şanslıyım varmış" deyip alacaksın yani. Ama işin iyi tarafı, öyle Avrupa'nın kalanı gibi yokluk çekmiyorsun burda; herşey var iş ki biraz aramayı bil. Hurmadan, beyaz peynire, susamdan soyulmuş bademe, patlatmalık mısırdan, hazır waffle’a, dondurulmuş ahtapottan, dondurma külahına ürün yelpazesi geniş…

Market sayısı çok Roma'da. Bizden bir farkı, ucuzcu marketlerde dandik ürüne rastlamak kolay. Bizde BİM den de alışveriş yapsan, A101'den de belli bir standartın altına düşmez asla aldıklarınız. Burada alıp da yiyemeden attığımız şeyler oldu mesela. 

Roma'da yaşayacaklar için kısaca özetlemek gerekirse; 
Tuodi, INS ......... ......BİM
Crai............... ............A101, ŞOK, Kiler vb
Carfoure, GROS.......CarfoureSA
TİGRE........... ..........MİGROS

gibi denebilir. Yine de haftalık, aylık indirimli ürünler için market broşürlerine bakmakta fayda var. Bize hepsi yakın olduğundan, meyveyi sebzeyi birinden, suyu birinden, eti birinden dolana dolana alıyoruz.

Su demişken, Avrupa'nın nefret ettiğim yanlarından biri bu su meselesi. Musluk suları o kadar kötü ki, neredeyse Melih Gökçek’e teşekkür ettirecek insanı. Mecbur yemeğe, içmeye herşeye iyi su kullanıyoruz. Asıl sorun burda başlıyor zaten. Meğer bu ülkede damacana su diye bir şey yokmuş ve hatta 1,5 litrelikten başka su yokmuş. Adamlar 5-10 litrelik suyu niye akıl edememiş anlamıyorum. Her gün 4-5 boş şişe çıkıyor. Harcanan plastiğe mi yanarsın, gün aşırı 1,5 litrelik su taşımaktan kopan kollarına mı? Sular da sadece gazı alınmış maden suyu. O kadar sert ki, mümkün olduğunca içmemeye özen gösteriyorum. Çay, kahve için kaynattığınızda cezvenin içini resmen maden kaplıyor. Bizde bir iki yılda çaydanlık içinde oluşacak kreç, sadece bir seferde oluyor. Kulağa abartı gibi gelse de ne yazık ki doğru ve bu adamlar nasıl sağlıklı kalıyor diye düşünmeden edemiyorum. Bildiğimiz sudan çok az yerde var. (Romaya gelecekler için NEHA markayı bulursanız kaçırmayın depolayın !)


Marketten bir şey alırken elimde telefona bu neymiş diye bakmak adet oldu. Bir sefer semizotu diye kedi otu pişirip, ikinci sefer kekik diye reyhan alıp, son kez de tavuk yerine domuzla tanışınca anladım ki, tipine güvenmemek, adına bakmak gerekmiş alırken. Hal böyle olunca başladım içindekilere bakmaya. Ve farkettim ki bu adamların yediği her üründe, ekmekten, zeytine, sebzeden, süte herşeyin içinde E… koruyucu maddeler dolu. Bizde yok muydu, ben mi farketmiyordum ya da var da bizimkiler mi yazmıyor anlamadım. Nedenini bilmem ama Avrupa Birliği üyesi ülkenin vatandaşı daha sağlıklı beslenir imajı kırıldı bende o kesin.

Tipik bir Türk insanı için bir başka sıkıntı da ekmek burada. Bizdeki gibi çıtır çıtır ekmek yok. Açıkta satılanlar, at kafanı yarsın! Annemle iki kişi uğraşıp didinip kesemeyip Serkan’dan yardım aldığımız ekmek var mesela. Annem burada kaldığı on gün boyunca ekmekleri çaya batırıp yedi zavallım dişi kesmediğinden. Paketli ekmekler var bir de, onlar da bildiğiniz yumuşak dilimlenmiş bizdeki UNO falan tarzı ekmekler. Bir de pizza tabanı diye satılan bir ekmek var, birlikte parmaklarınızı da yersiniz ama kenarından sıkınca içinden yağ akıyor. Üç dilimle iki günde 3 kilo garanti. Onun dışında başka bir ekmek yok maalesef. Hani şöyle kahvaltıda çıtır çıtır taze ekmeği bi’ koparayım…. O hayal işte….

Peynirler güzel, ona laf yok. Bizdeki taze kaşar yok tabii ama çok çeşitli peynir olunca damak tadınıza yakınını buluyorsunuz. Beyaz peynirde benzer tadı yakalamak için biraz şans lazım. Biz bulduk. Ankara’da olsam sadece böreğe kullanırım ama burada keçiye Abdurrahman Çelebi diyoruz. 


Yeşil zeytinin salamura satılanı idare eder, açıktakileri ise ı-ıh. Siyah zeytin… İşte o fena. Kaç marka aldıysak, açığı kapalısı yenecek gibi değil. Akdeniz ülkesi için çok şaşırtıcı geldi bana. Siyah zeytini Türk marketten almak farz. (Aşağıda adresi var) Salçaya gelince... Salça her yerde yok. İtalyanlar domates sosu kullanıyor çünkü. Ekstra/çifte konsantre yazanlar salça. Ya küçük konserve kutusunda, ya da tüpte satılıyor. Tüp bana çok pratik geldi, böylece küflenme derdine çare bulmuşlar.



Bugüne kadar arayıp da bulamadığım benim için önemli iki şey oldu: Kahve kreması ve yufka. İlkini, İtalyan’lar Amerikan kahvesini adam yerine koyup içmedikleri için markette bulmak zor. Ancak büyük/lüks marketlerde Nescafe var, o da GOLD falan değil; sadece Nescafe klasik. Hani bizdeki gibi çeşit çeşit nescafe, hem de tek kullanımlık yok öyle bir şey. Nescafe’yi dışarda oturduğunuz yerlerde de bulmak imkansız gibi. Starbucks zaten yok. Onun yerine kendi İlly’s leri var Espresso içebileceğiniz. İtalyan kahvesinin her çeşidi var tabii marketlerde. Yufkaya gelince… Onu da anca Türk marketinde bulabilirsiniz.

Bana değişik gelen bir şey de, marketlerin yarıdan fazlasının abur cubur ve unlu mamullerden ibaret oluşu. Gerçi benim için bulunmaz nimet ama temel gıda maddelerinin çeşidinin az oluşu tuhaf geliyor. Alışmışız biz bakacağız şöyle bir nohuta o mu iyi bu mu iyi diye. Yok! Zaten büyük market yok. İlk geldiğinde eşimi büyük market var kocaman diye kilometrelerce ötede bir yere otobüsle götürmüşlerdi. Ben daha Ankara’dayım o zaman. Bizim Dikmendeki Migros kadarmış market. Zavallım dumur olup geri gelmişti J

Burada marketlerde bir şeyi çok sevdim ama. Paketli olan ürünlerin miktarları az az. Kilolarca alıp israf edilmiyor. Bir pişirimlik. Ve bazı sebzeler beraber pişirileceği malzemeyle birlikte satılıyor. Mesela balkabağını kırmızı biber ve maydonozla birlikte paketlenmiş satıyor bütün marketler. Gerçi ben balkabağı, biber ve maydonozu birarada taahhül dahi edemesem de, onlar yapıyorlar işte belli ki. Ve sanırım risottoda kullanılmak üzere karışık tahıl ve haşlayıp yemek için karışık dondurulmuş sebze var bol bol.


Şarapları bugüne kadar içtiğim en harika şaraplar! Biraz iddialı gelse de bence Fransız şarapları bile halt etmiş. Bazı şaraplar, Cola'dan daha ucuz. 2 euroya mükemmel şarap bulabiliyorsunuz markette. Yerel şarapları ünlü zaten malum. Biz Chianti'yi içtik farklı markalarda bir kaç kez. Boğazda sert bir tat bırakmadan, çok güzel bir aroması var. Üstelik de asla kafa yapmıyor, sersemletmiyor. Tadı alkollü ama kendi değil sanki. "Romada Romalı gibi yaşamak" sözü var ya.. İşte az pişmiş makarana veya pizzayla bir akşam yemeğinde bir kadeh için, Romalı gibi...



Şarap da güzel de, en sevdiğim şey hazır hamurları! Daha önce Amerika’da yaşayan arkadaşlardan duyduğum ve neden bize hala gelmediğini çözemediğim bir ürün bu. Belki geldi de ben kaçırdım bilemiyorum. Pizza için, börek için, turta için ayrı ayrı ve farklı şekillerde hamurlar bunlar. Paketi açtığınızda hamurun dokusu bizim milföye benzer ama daha büyük ve dondurulmamış olarak satılıyor. İlk duyduğumda anlamsız gelmişti, hamur yapmakta ne var diye ama şimdi vazgeçilmezim oldu.





Son olarak Roma’da yaşayacaklar için önemli bir not: Türk marketinin adresi şöyle: Via delle Palme 165 Roma. Facebook’ta da sayfaları var. Çaydanlık, cezve, bildiğimiz sucuk, ayçekirdeği, kısırlık bulgur, baklava hamuru, adam gibi bir siyah zeytin bulabileceğiniz tek adres. Biz bir ay çaydanlık yerine tencerede su kaynattık çay için. Siz bizim gibi yapmayın diye paylaşmak istedim. Alın çaydanlığınızı, demleyin, şöyle afiyetle için Roma’ya karşı!

.




2 yorum: