7 Haziran 2016 Salı

Nemi & Castel Gandolfo


Nemi küçücük bir göl kasabası. Roma’ya 25 km. Her haziran ayının ilk pazarı yapılan çilek festivaliyle ünlü. Hal böyle olunca gidelim görelim dedik J


Gidişimiz biraz zahmetli oldu. Zaten gün içinde birkaç tane olan cotral otobüslerin pazar günü olmadığını duyunca çocukla gitmekten vazgeçiyorduk neredeyse. Son an kararıyla çıktığımız yolculukta tramvay-metro-cotral bus ve ardından taksi yapmak zorunda kaldık topu topu 25 km’lik yol için. İtalyan rahatlığına bir kere daha şahit olduk. Metrodan inince tüm bilet alınacak yeler pazar günü olduğundan kapalı olduğu için epey bir otobüs bileti aradıktan sonra tıkış tıkış cotrale son dakikada zor yetiştik.



Şansımıza o gün o küçücük kasabaya tam 11 Türk gidiyordu bizle beraber. Genzano di Roma’da otobüsten inince bir İtalyan kızın peşine sıra sıra dizilip kasabanın merkezine yürüdük belki taksi buluruz umuduyla. Grupta İngilizce bilen bir biz olunca taksiyi arayıp anlaşmaya çalışmak da Serkan’a düştü. Telefondaki tipik İtalyan abi, yarı İngilizce yarı İtalyanca bize 25 dakika beklemek zorunda olduğumuzu ve 3 taksi göndereceğini, 4 km’lik yolu 20 euroya götüreceğini söylediyse de, sadece iki taksi geldi ve inince 25 euro isterim diye tutturdu. Diğer arabadaki Türklerin Roma’ya dönüşü için 6 kişi 70 Euro’ya anlaştığını öğrendikten sonra yediğimiz küçük kazığı önemsemeden daldık kasabaya.

Kasaba demek fazla aslında. Zira Nemi, Nemi Gölünün tepesine konumlanmış, ormanın içinde, balkonlarından kıpkırmızı sardunyalar sarkan birkaç katlı tipik İtalyan evlerinden oluşan şirin mi şirin birkaç sokaktan ibaret. 





Festival için tüm kasaba süslenmiş, sokaklar çiçekler ve ülke bayraklarıyla süslenmişti. Festivalde, Roma’da gördüğümüzden çok daha fazla Türk vardı, Festival zamanı çok Türk geliyor olsa ki, Türk bayrağı kasaba girişindeki çeşmede asılıydı. “Çiçeklere dokunmayın” yazısının sadece İtalyanca , İngilizce ve Türkçe yazılığını da görünce bu tezim kesinleşti. Tabii bir de çiçekleri en çok bizim yolduğumuz tezi de :)



Malum adı çilek festivali olunca, biz çilekten yapılma farklı şeyler deolacağını ve bir ton ıvır zıvıra para dökeceğimizi düşünmüştük. Ama birkaç çilek kokulu parfümcü, tekstilci ve şarapçı dışında çoğunlukla çilekli turta ve kutuda çilek satılan tezgahlar vardı. Yine de ortam sıkılmaya izin vermeyecek kadar renkliydi.
         









Sokakta bir tur attıktan sonra yemek yemeye karar verip, zaten iki üç tane olan restoranlardan birinin kapısında yarım saat sıra bekledik. Ama sırayı niye beklediğimize dair en ufacık fikrimiz yok. İtalya’daki hizmet sektörünün kötülüğünden demek doğru olur. Zira boş iki masa varken bir türlü masaları temizleyip servis açmayı başaramadılar. Kalabalıktan elleri ayaklarına dolaşmış şekilde bir o masaya bir bu masaya nasıl servis edeceklerini bilemediler :)  Sonunda göle nazır bir masaya kurulup, karnımızı doyurduk. Tam kalkmaya yakın Eda ve Murat geldi Roma’dan. Romaya dönüş için taksicinin onlara 40 euro fiyat önerdiğini duyunca çok da şaşırmadık artık :)

Az biraz sokakları dolaştıktan sonra, kendimize küçük kutularda satılan nohut büyüklüğündeki Nemi çileklerinden, Cemre Naz’a da çilekli turta satın aldık. 

               

Bir süre sonra Eda ve Murat için yemek arayışına girince İtalyan rahatlığına bir kez daha şahit olduk. Bir İtalyan klasiği olan 14.30 da yemek biter uygulaması, böyle bir günde dahi işliyordu. 14.30-20.00 arası hiçbir restoran müşteri kabul etmedi. Dışarıda bir yıllık müşteri açlıktan kıvranırken, restoran çalışanları içerde oturup sohbet etti. Bizimkiler de dondurmayla karın doyurmak zorunda kaldı ne yazık ki.

            

Öğleden sonra festival kostümleriyle köy halkı yürüyüş yaptı ellerinde çilek sepetleriyle. Sonra da dans ettiler. Festivalin en güzel kısmıydı. Ellerinde kaşıklar, Afrika müziği gibi bir müzikle değişik bir dans ettiler. Arada Cemre Naz’ın yüzünü boyattık, pamuk şeker yedik vs vs..






       




Bol bol fotoğraf çekiminin ardından,  akşama doğru Eda ve Murat’ı uğurlayıp, gece kalacağımız odamıza gittik biz de. Nemi zaten insanının ömrüne ömür katacak bir yer, biz de Nemi’deki birkaç pansiyon-otel karışımı konaklama imkanından en güzelini seçmişiz bilmeden. Odamızın balkonu olmadığından, kadın bize odanın içinde olduğu 10 metrelik sokağın sonunda iki kişilik bir balkoncuk ayarlamıştı. Gece şarabımızı alıp burdan havai fişek gösterisini seyrederiz diye hayaller kursak da, çocukla odaya girince hep beraber uyuya kaldık.



Ertesi sabah, kruvasan ve kapuçinodan oluşan müthiş İtalyan kahvaltısının ardından rotamız Castel Gandolfo oldu. Öğlene kadar otobüs olmadığından ve dünkü kalabalıktan eser kalmadığından beklemenin bir anlamı yok deyip,  yürüye yürüye gitmeye karar verdik, saldık yokuş aşağı yola.  2,5 km sonra sıcakta kucakta çocuk, otostopun daha mantıklı olduğuna kanaat getirip, mercedesle gittik kalanı J  Çocuk yoksa, yürümek inanılmaz zevkli olacak bir yol Nemi Genzano arası. (Nitekim Edayla Murat da öyle yaptı.) Yokuş aşağı, sağ taraf yol boyunca göle paralel inen, sağda solda, Romanın zenginlerinin villalarının olduğu ormanın içinden giden bir yol.


Genzano’ya varınca otobüs gelene kadar cadde üstü bir cafede çaylarımızı yudumlayıp kasabanın keyfini sürdük.


Castel Gandolfo’da kasabanın içini pek gezmeye vakit bulamadıysak da, Papa’nın yazlık sarayını görüp, Albano gölüne bakan müthiş bir restoran da İtalya’da şimdiye kadarki en güzel yemeğimizi yiyip, hayatımdaki en güzel fotoğrafı çektim.




Dönüşte güneşin altında kömür gibi olana kadar kavrularak, göle kadar yokuş inip tren istasyonuna varınca, burada bilet satılmadığını ve trende ceza ödemek zorunda olduğumuzu ve buna alışkın olduklarını öğrenip bir kez daha dumur olduk Güzel güzel cezamızı ödeyip, trenle Roma’ya kadar güzel bir sürü kasabanın içinden geçerek yorgunluktan sefil olmuş ama yüzümüzde gülümsemeyle vardık evimize…

1 yorum: