Yeniden Roma’ya dönüşümüz bahara
denk geldi. Ankara’da karla uğurlanırken, burda cayır cayır yaz güneşiyle
karşılandık. Hal böyle olunca, günlerden de cumartesiye denk gelince, hemen
ertesi gün en yakınımızdaki parka attık kendimizi.
İtalyanların park anlayışı bizimkine biraz olsun
benziyor, en azından diğer Avrupa ülkelerine göre biraz daha fazla. Büyük
parklarda mısırcı, dondurmacı, kafeterya vs bulunuyor. Eğer parkın içinde bir
villa varsa, (ki bu villalar herhangi bir İtalyan ailesine ait olup, müze
olarak ya da sergi amaçlı kullanılıyor) “villa …” adıyla anılıyor; sadece
yürüyüş yolu ya da çocuk parkı olanlar ise “parco”. Bu parkların en güzel yanı
yüzyıllar içinde gökyüzüne kadar uzanmış ağaçların tek bir dalına dahi
dokunulmamış olması. Bizdeki gibi “önce ağacı keselim, sonra oraya park
yapalım, en son da çim ekelim, ağaçsız çimli park olsun” anlayışına tamamen
ters.
Villa Torlonia şehrin göbeğinde, muhtemelen Romalıların bildiği ama turistlerin haberi bile olmayan ama içinde birkaç müze, bir tiyatro, bir kafeterya, iki dikili taş ve çeşme bulunan ve Mussolinin evini barındıran Roma’nın en güzel parklarından biri bence. Villa, 1806’da Torlonia ailesi için yapılmış, 1925-1945 arası Mussolini tarafından Torlonia ailesinden kiralanmış. Bu süreçte bombardımanlardan ve kimyasal silahlardan korunmak amacıyla villanın altına bir de sığınak yaptırılmış. Parkta bir de vitray müzesi bulunuyor. Henüz hiç birini ziyaret etmek kısmet olmadıysa da biz yeşilin, açık havanın tadını çıkardık bu parkta.
Daha önceki gelişimiz sonbahara denk geldiğinden biz bu parkı eve yürüyüş mesafesindeki çocuk parkı niyetine değerlendirmişik önceden. Cemre Naz’ın yabancı dil sıkıntısı yüzünden çekingenliğinin tavan yaptığı o dönem, kaydırakta kayan çocukları bankta oturarak sadece seyretmekle yetinip, sanki kaçıracaklarmış gibi koluma yapışıp oturduğu ve beni çıldırttığı parktı benim için. Yine de sevdim ben o parkı çok. Bu sefer hava süper ve ailecek müsait olunca ilk park tercihim Villa Torlonia oldu yine.
Park pazar günü o kadar kalabalıktı ki, iğne atsan yere düşmeyecek durumdaydı. Çoluğu çocuğu kapan gelmiş, kimi güneşleniyor, kimi tenis oynuyor, kimi top; kitap okuyanı, yatıp uyuyanı…. Ankara’da bir serin bir buz gibi havanın dengesizliğini üzerimden atamayan ben, Serkan’ın bana t-shirt giydirme çabasını sallamayarak yarım kollu bir bluz ve kot pantolonla gittim. Bana nisan ayı için gayet makul görünmüştü o an. Çocuk bahçesinde Cemre Nazı beklerken bir süre de gayet iyiydi. Sonra biz de tasımızı tarağımız yayıp çimlere yerleştik. Başta sağda solda güneşlenenleri, “azıcık güneş görmüşler yuh artık mayo bile giyen var” diye kınarken, bir baktım dar pantolunun paçasını sıvamaya çalışıyorum
Bir iki saat kırlarda yayılıp güneşin tadını çıkardıktan ve olmazsa olmazı selfie’mizi de çektikten sonra eve doğru yürürken aklımda tek düşünce vardı: Hayat İtalyanlara güzel….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder